Lapta - Koruçam Burnu ( Lapithos - Cape Kormakitis )
near Agios Theodoros, Kyrenia District (Cyprus)
Viewed 156 times, downloaded 1 times
Trail photos
Itinerary description
Bir yanımı yemyeşil çalılara, diğer yanımı masmavi Akdeniz'e yaslayarak, yılankavi yollardan menzil bellediğim kuzey kesiminin batı ucuna doğru yollandım. Yürümek harikulade bir eylem, lakin saatler sonra kaslarda biriken laktik asit ızdıraba dönüşüyor. Daha sonra, akılsız baş ve ayaklar denklemindeki ayakların serzenişi başlıyor: Önce hissizlik, sonra ateş üzerinde yürüyormuş gibi bir yanma ve nihayet, mütemadiyen su toplayıp patlamaktan harap olmuş ayakların çığlığı yükseliyor. İnsan, acısını baskılayabildiği ölçüde özgürdür.
Yürüyüş notları:
Batıya doğru gittikçe ve şehirleşememiş şehirlerden uzaklaşınca, yavaşlaşıp, durağanlaşan bir hayat. Zaman bile usul usul akıyor. Böyle de bir hayatın da olduğunu çarpıyor insanın suratına.
Bizlerse şehirlerin anaforunda, ekmek yaptığı için fırıncıya, sebze sattığı için manava, terziye, bakkala, içeceğimiz suyu kapıya kadar getiren sucuya, bahçıvana, tamirciye, benzinciye, bilcümle ehil ellere salt ihtiyaç duyduğumuz için sosyal olduğumuzu sanıyoruz. İnsan kalabalıklaştıkça bencilliği ortaya çıkar. Ki, özde bencildir, öyledir.
Kayalar... Sahilde Agios Georgios 'a adanmış, yeni ve küçük bir şapel... Hemen yakınında Galausas isminde, iki ahşap kapı ve tavanı açık yüksek duvarlarla çevrili iki geniş odadan müteşekkil kutsal bir mekan. Boyası dökülmüş, sürgüleri paslanmış kapılardan birisi aralıktı. " İçeri girilmez " uyarısına aldırmadan daldım içeri. Yerde bir çimento torbası ve yukarıda, bir duvara yaslanmış, jaluzileri kapalı, beyaz ahşap bir pencereden başka da bir şey yok.
Kayalar ile Sadrazamköy köy arasındaki küçük bir koyda yer alan Sandouka Beach, pandemi öncesi açılmış ve pandemi ile birlikte terkedilerek atıl kalmış bir yer. Her ne kadar, zıpkınla balık avlayan dalgıçlar toplayıp bir yana yığmış olsa da, tam bir çevre düşmanı olan insanların şişe ve çöp artıklarından geçilmiyor.
Sadrazamköy keçi ve koyun ağılları... Durgun havada buram buram gübre kokusu... Çoğunluk karadeniz insanı... Turist sanıp geçerken seslenir, mavra yapar, buyur ederler. Bir kısmının hayatı hep orada geçmiş yerliler ve emekli olup oraya yerleşen ingilizler. Biraz bakkal, biraz kafe, akşama da meyhane olan dükkanın yetmiş küsür yaşındaki sahibi insanlıktan ziyadesiyle nasip almış biridir. Kulakları biraz ağır işitir ve insan duyurmak için kendini, sesini yükseltince huzursuz hisseder karşısında. Teke gibi kokmama aldırmadan, üçlü kanepeyi göstererek, benim az biraz işim var, sende istersen böyle geç uzan dinlen, diyerek dükkanı olduğu gibi bırakarak kalkıp gitmeye yeltenir. İsterseniz sizi bekleyeyim, derseniz, buralarda kötü insanlar yoktur, diyerek ezer sizi ve her şeyi olduğu gibi bırakıp gider.
Koruçam Burnu, adanın akdenize uzanan batı ucu. Denizin aşındırdığı kaya oyuklarında tuz birikintileri ve küçük bir adacık olan Koruçam Adası...
Maronit köyü Kormakitis yahut Koruçam yahut en anlamlı ismiyle Kormacit... Sadece gülümseyerek bir selam vermek için insanın gözlerinin içene bakan kadınlar ve adamlar... Türlü renklere boyanmış ve çiçeklerle bezenmiş evler... Kahvehanede gürültülü bir şekilde birbirine bir şey anlatan, mavra yapan yaşlı adamlar...
Kanepesinde soluklanmak için oturup, çim sahada oynaşan kırlangıç sürüsünü izlediğim parkın içinde, dışında bir katafalk olan Banaia kilisesi... Aziz Marun, İsa ve iki eline kırmızı çiçekler konulmuş Meryem heykelleri...
Saint George katedrali... İki yanındaki çan kuleleri ve köylüleri haraca bağlayan ejderhayı öldüren Saint George 'un tasvirinin de bulunduğu vitrayları ile yükselen haşmetli bir yapı. Mütemadiyen zamansız gittiğim için katedralin içini yine göremedim. Kahvehaneden anahtarı alabileceğimi bilsem de, bu işi daha geniş bir zamana bırakmanın daha iyi olacağını düşünüp vazgeçtim.
Geçitköy, çiftçilikle uğraşlardan oluşan küçük bir yerleşim. Kendini bu kadar yoracaktın, gelseydin bana, verirdim eline çapayı, diye bana takılan köy muhtarı, paki işçileri kendi hallerine bırakınca nasıl işten kaytarmaya çalıştığını anlatıyordu. Kendi dilleri hariç başka bir dil bilmeyen iki paki işçi de, anlamamanın o sonsuz huzuru içinde gülümseyerek oturuyorlardı.
Yürüyüş notları:
Batıya doğru gittikçe ve şehirleşememiş şehirlerden uzaklaşınca, yavaşlaşıp, durağanlaşan bir hayat. Zaman bile usul usul akıyor. Böyle de bir hayatın da olduğunu çarpıyor insanın suratına.
Bizlerse şehirlerin anaforunda, ekmek yaptığı için fırıncıya, sebze sattığı için manava, terziye, bakkala, içeceğimiz suyu kapıya kadar getiren sucuya, bahçıvana, tamirciye, benzinciye, bilcümle ehil ellere salt ihtiyaç duyduğumuz için sosyal olduğumuzu sanıyoruz. İnsan kalabalıklaştıkça bencilliği ortaya çıkar. Ki, özde bencildir, öyledir.
Kayalar... Sahilde Agios Georgios 'a adanmış, yeni ve küçük bir şapel... Hemen yakınında Galausas isminde, iki ahşap kapı ve tavanı açık yüksek duvarlarla çevrili iki geniş odadan müteşekkil kutsal bir mekan. Boyası dökülmüş, sürgüleri paslanmış kapılardan birisi aralıktı. " İçeri girilmez " uyarısına aldırmadan daldım içeri. Yerde bir çimento torbası ve yukarıda, bir duvara yaslanmış, jaluzileri kapalı, beyaz ahşap bir pencereden başka da bir şey yok.
Kayalar ile Sadrazamköy köy arasındaki küçük bir koyda yer alan Sandouka Beach, pandemi öncesi açılmış ve pandemi ile birlikte terkedilerek atıl kalmış bir yer. Her ne kadar, zıpkınla balık avlayan dalgıçlar toplayıp bir yana yığmış olsa da, tam bir çevre düşmanı olan insanların şişe ve çöp artıklarından geçilmiyor.
Sadrazamköy keçi ve koyun ağılları... Durgun havada buram buram gübre kokusu... Çoğunluk karadeniz insanı... Turist sanıp geçerken seslenir, mavra yapar, buyur ederler. Bir kısmının hayatı hep orada geçmiş yerliler ve emekli olup oraya yerleşen ingilizler. Biraz bakkal, biraz kafe, akşama da meyhane olan dükkanın yetmiş küsür yaşındaki sahibi insanlıktan ziyadesiyle nasip almış biridir. Kulakları biraz ağır işitir ve insan duyurmak için kendini, sesini yükseltince huzursuz hisseder karşısında. Teke gibi kokmama aldırmadan, üçlü kanepeyi göstererek, benim az biraz işim var, sende istersen böyle geç uzan dinlen, diyerek dükkanı olduğu gibi bırakarak kalkıp gitmeye yeltenir. İsterseniz sizi bekleyeyim, derseniz, buralarda kötü insanlar yoktur, diyerek ezer sizi ve her şeyi olduğu gibi bırakıp gider.
Koruçam Burnu, adanın akdenize uzanan batı ucu. Denizin aşındırdığı kaya oyuklarında tuz birikintileri ve küçük bir adacık olan Koruçam Adası...
Maronit köyü Kormakitis yahut Koruçam yahut en anlamlı ismiyle Kormacit... Sadece gülümseyerek bir selam vermek için insanın gözlerinin içene bakan kadınlar ve adamlar... Türlü renklere boyanmış ve çiçeklerle bezenmiş evler... Kahvehanede gürültülü bir şekilde birbirine bir şey anlatan, mavra yapan yaşlı adamlar...
Kanepesinde soluklanmak için oturup, çim sahada oynaşan kırlangıç sürüsünü izlediğim parkın içinde, dışında bir katafalk olan Banaia kilisesi... Aziz Marun, İsa ve iki eline kırmızı çiçekler konulmuş Meryem heykelleri...
Saint George katedrali... İki yanındaki çan kuleleri ve köylüleri haraca bağlayan ejderhayı öldüren Saint George 'un tasvirinin de bulunduğu vitrayları ile yükselen haşmetli bir yapı. Mütemadiyen zamansız gittiğim için katedralin içini yine göremedim. Kahvehaneden anahtarı alabileceğimi bilsem de, bu işi daha geniş bir zamana bırakmanın daha iyi olacağını düşünüp vazgeçtim.
Geçitköy, çiftçilikle uğraşlardan oluşan küçük bir yerleşim. Kendini bu kadar yoracaktın, gelseydin bana, verirdim eline çapayı, diye bana takılan köy muhtarı, paki işçileri kendi hallerine bırakınca nasıl işten kaytarmaya çalıştığını anlatıyordu. Kendi dilleri hariç başka bir dil bilmeyen iki paki işçi de, anlamamanın o sonsuz huzuru içinde gülümseyerek oturuyorlardı.
Waypoints
You can add a comment or review this trail
Comments