Kazlıçeşme Yenikapı eski İstanbul turu
near Yedikule, İstanbul (Türkiye)
Viewed 513 times, downloaded 1 times
Trail photos
Itinerary description
Waypoints
Yedişehitler
Burası İstanbul ilk alınırken şehit olan yedi tane yeniçerinin mezarlarıymiş
Theodosius surları
Konstantinopolis‘i düşman saldırılarından korumak için doğu roma imparatorlu 2. Theodosius un 408-450 yıllarında Marmara ile haliç arasında yaptırdığı7,5 km uzunluğunda ki savunma yapısıdır
Mermer Kule
Mermer kule ilk yapıldığında temelleri denizdeydi. Dört katlı kule binası daha eski yapılardan derlenmiş malzemelerle inşa edilmiştir. Kulenin üç bölümleri ise alışılagelmiş doğru ama tarzında tuğla ve taş sıralarından örülmüştür. içerisi değerli taş ve mermerlerle süslenmiş olup her iki yanda duvarların birleştiği köşelere Küçük burç biçiminde çıkmalar eklenmiştir
Yedikule Hisarı Müzesi
Yedikule, aslında adı gibi bir zindan oluşturmak amacı ile değil, Bizans'a misafir gelen kralları ve yabancı sarayların mensuplarını ihtişamlı bir şekilde karşılamak için yapıldı. Türk Tarih Kurumu'nun yaptığı araştırmalara ve elde edilen tarihi verilere göre, başlıkta belirtilen Altın Kapı'yı bir zafer takı olarak dönemin Bizans İmparatoru Theodosius inşa ettirdi. Theodosius'tan sonra tahta geçen oğlu da dört tane yüksek gözlem kulesinden oluşan bir kaleyi kapı ile birleştirdi. 532- Latin İstilası sırasında Altın Kapı büyük zarar gördü. Ama onarımı sadece 1 yıl sürdü. 868- Yedikule'deki mermerlerin oluşturduğu kulelerin arasında yer açılarak buralar hapishane olarak kullanıldı. 1458-1789- Hazine-i Hümayun'un (Osmanlı hazinesi) bu yapıda tutulmaya başlandı. 1430-1800- Kuleler Devlet Hapishanesi olarak kullanılıyordu. 1766-İstanbul'da olan deprem sonucu hasar görmüştür fakat onarılmıştır.[1] 1851-Abdülmecit döneminde hayvanat bahçesi olarak kullanıldı. 1871-1875- Yedikule bu yıllarda Kız Sanat Evi idi. 1876- Bu dönemde ilan edilen Birinci Meşrutiyet sürecinde hapishane olarak kullanılması istenmiş fakat bu gerçekleşememiştir. 1968- Bu tarihten beri Yedikule Hisarı, İstanbul Hisarlar Müzesi Müdürlüğü'ne bağlı kalmıştır. 2004- Yedikule Hisarı özel bir şirkete devredildi 2004- Şehristanbul Derneği kanunsuz bir şekilde devredilen Yedikule Hisarı'nın devir kararının iptali için Mahkemeye başvurdu 2006- İstanbul 1. İdare Mahkemesi Şehristanbul Derneği'nin başvurusunu kabul etti ve Maliye Bakanlığı tarafından özel bir şirkete devrettiği kararını oybirliğiyle iptal etti. 2008- Danıştay 13. Dairesi 24.12.2008 tarih ve 2008/8294 No'lu kararı ile İstanbul 1.İdare Mahkemesi'nin kararını onadı 2020 - Fatih Belediyesi Yedikule Hisarı’nda, koruma kurulu onayları ve bilim kurulu ile restorasyon sürecine başladı. 2021 - Restorasyonu devam eden Yedikule Hisarı’nda kontrollü ücretsiz turizm turları başladı.
Altın Kapı (porta aura)
Bizans döneminde seferden dönen imparotirlarin şehre giriş yaptıkları kapıdır. Tamamıyle Marmara Adası mermeri ile kaplı, iki kuleli, üç geçişli olan bu kapı İstanbul Surları’nın en görkemli kapısıdır. Bizans’ta zafer kazanan imparator ve komutanlar göğüslerini kabartarak şehre bu kapıdan girerlerdi. Altınkapı olarak adlandırılmasının nedeni vakt-i zamanında altın yaldızlarla bezeli olmasından kaynaklanır. Çünkü, zafer kazanan imparator ve komutanların şehre girdikleri kapı diğer kapılar gibi normal ölçülerde ve sıradan bezemeli olamazdı. Anıtsal olmalı ve altınla kaplanmalıydı. Yine vakt-i zamanında kapının görkemini artırmak için kapının üzerinde bir takım heykeller ve kabartmalar bulunuyormuş. Kuzey kulesinin köşesinde görülen bir kartal kabartmasının haricinde günümüze intikal eden başka herhangi bir kabartma ya da heykel bulunmuyor. Kapının girişi, Yedikule Mezarlığı’nın içinde, otların arasında kalmıştır. Kapının heybetine Yedikule Zindanları’nın avlusundan da tanıklık edilebilir ama tavsiyem illaki mezarlığın içinden görmeniz yönünde. Altınkapı, gerçekten o zaman karşınızda arz-ı endam ediverir çünkü. Bir de unutmadan Altınkapı, çıplak bir arazide kendi başına duran bir zafer takı olarak yapılmıştı. Günümüzdeki bir nevi otoyol gişe kapılarına benzetebiliriz. Altınkapı şuan ki surlarla bitişik görünümüne 413 yılında ulaştı. 2. Theodosius zamanında kara surları genişletilince, Altınkapı da surlarla birleştirildi. Altınkapı’dan yaklaşık 100 metre ileride Yedikule Kapısı bulunuyor. Bir Yunan efsanesine göre Bizansın son imparatoru olan 11. Konstantinos, İstanbulun fethi esnasında bir melek tarafından mermer bir heykele dönüşmüştür. Melek, onu burada bulunan bir mağaraya saklamıştır. Yunanlılar, birgün konstantinosun mağaradan çıkacağına ve İstanbul'u Türklerin elinden geri alacağına inanıyorlar. Bu onların yüzyıllardır dinmeden kanayan yarasıdır.
Narlıkapı Surp Hovhannes Ermeni Kilisesi
1807’de, Patrik Hovhannes XI. Çamaşırcıyan döneminde inşa edilmiştir. Aynı yerde Narlıkapı Hastanesi de bulunmaktaydı. Kiliseyi, Garabed Amira Aznavuryan’ın önderliğinde, Başbezirgan Mütevelli Hacı Hovhannes Ağa ve hayırsever halk el ele vererek inşa etmişlerdir. İlk olarak 1835’te onarılmıştır. Önceleri denizin dalgaları kilise duvarlarını döverdi, 1955’te yapılan sahil yolu kiliseyi denizden ayırdı. Patrik Şınorhk döneminde, 1962 yılında, Yetvart Şahbaz’ın mimarlığıyla taştan inşa edildi ve 1964’te takdis edilerek ibadete açıldı. Girişin üzerinde, denize nazır bir de salon inşa edildi. Surp Pırgiç Hastanesi’nden önce bu kilisenin bodrumunda bir tımarhane-hastahane yer alıyordu. Burada zihinsel hastalar uygunsuz koşullarda tedavi edilirlerdi. Bir keresinde ayin sırasında acı feryatlar duyulur, bu üzücü durumdan ötürü Harutyun Amira Bezciyan rahatsız olur ve yeni bir hastane kurma fikri doğar. Böylece cemaat Surp Pırgiç Hastanesi’ni kazanır. Kilisenin son restorasyonu 2006 yılında gerçekleştirilmiş ve Patrik Mesrob II. Hazretleri tarafından ibadete açılmıştır.
Samatya Suryani Kilisesi
Bu kilise “Panaia Perivlebdos” (Surp Asdvadzadzin, Azize Meryem Ana) adlı Bizans manastırı üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı uyruğundaki Müslümanlar tarafından ise, altındaki ayazma ve büyük sarnıç sebebiyle “Sulu Manastır” olarak anılırdı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethinden sonra köylerden İstanbul’a göç ettirilen Ermenileri Samatya’ya yerleştirdi. 1461’de ise Bursa Ermenileri Ruhani Önderi Episkopos Hovagim’i İstanbul’a getirterek “Ermeni Patriği” olarak tanıdı. Buradaki Rumlara ait olan ve Ermenilere teslim edilen Kilise, 1641 yılına kadar Patriklik Merkez Kilisesi olarak kullanıldı. 1660’da vuku bulan yangın kilisenin yarısını harab etti ve 1722’de Patrik Hovhannes Golod zamanında Hassa Mimarı Melidon Kalfa Araboğlu tarafından üç kilise ile birlikte yeniden inşa edildi. Yalnız bunlar 1782’deki yangında kül oldular. Kilise 1804’te Bayburtlu Patrik Hovhannes XI.’un döneminde restore edildi. Daha sonra, 1832’de Mimar Hagop Amira Güllabyan ve Mimar Minas Kalfa’nın çabalarıyla tekrar restore edildi. Fakat 1866’daki yangında kilise ve onun bitişiğindeki Sahakyan Nunyan ve Vartuhyan karma okulları kül oldu. Nihayet 1885’te Mikayel ve Hovhannes Hagopyan kardeşlerin maddi desteği ve Bedros Nemtze’nin mimarlığında, okul kargir olarak yeniden inşa edildi. Kilisenin yüksek bir çan kulesi bulunmaktadır. Son restorasyonu ise 2006 yılında yapılmış ve Patrik Mesrob II. Hazretleri tarafından ibadete açılmıştır. Kilise’nin avlusunda gömülü olan bazı hayırseverler şunlardır: Mikayel Efendi Hagopyan 1831-1904 Diruhi M. Hagopyan 1851-1919 Beyazci Manug Ağa Mınagyan 1818-1878 Gümüşçü Kasbar Efendi Haçaduryan 1796-1872 Mikayel Haçaduryan (Gümüşyan) 1848-1872
Hacı Hüseyin Ağa cami
Hacı Hüseyin Ağa Camii: Ahmet Dede tarafından 1603 yılında mescid-tekke olarak yaptırılmıştır. Mescidin imamı Ali Efendi de minber koydurarak camiye çevirtmiştir. Ahmet Dede, Hacı Hüseyin Ağa Camii’nin giriş kapısı karşısına taştan büyük bir meydan çeşmesi de yaptırmıştır. 1945 yılında onarım gören camiyi, 1970 yılında da koruma derneği tamir ettirilmiştir. Arap Kapısı Mescidi olarak da bilinir. Avluya bir Arap’ın kuyu kazmasından dolayı bu ismin verildiği rivayet edilir. Hacı Hüseyin Ağa Camii’ni, Halvetî-Sünbülî tarikatı tekke olarak da kullanmıştır. Cumhuriyet döneminde tekkelerin kapatılması ile bina cami olarak kullanılmaya devam etmiştir. Hacı Hüseyin Ağa Camii, kare planlı ve moloz taşla inşa edilmiştir. Sonradan ahşap olarak yapılmış son cemaat yeri ve önüne camekânlı ayakkabılık yapılmıştır. Son cemaat yerinde solda imam odası, sağda üst mahfil merdiveni bulunmaktadır. Harimde, giriş kapısı duvarının üzeri boydan boya, ahşap dört direk üstünde ve ahşap korkuluklu üst mahfil bulunmaktadır. Sağda yine ahşap korkuluklu müezzin mahalli vardır. Sağ ve sol duvarlarda altlı-üstlü üçer, mihrabın sağında ve solunda altlı-üstlü ikişer pencere vardır. Duvarlar alt pencerelerin üzerine kadar lambri ile kaplanmıştır. Mihrap çini, kürsü cilâlı ahşap, minber beyaz boyalı ahşaptandır. Ahşap tavan, çıtalarla süslü ve yeşil yağlı boya ile boyanmıştır. Caminin çatısı ahşap olup, üzeri kiremitle örtülmüştür. Avlu girişinin hemen sağında avlu duvarına bitişik olan minarenin kaidesi taşla yapılmış, üzerine seramik kaplanmıştır. Minare gövdesi kiremitle örülmüş olup, şerefesi taş, külahı kurşun kaplamalıdır. Avlu giriş kapısının solunda abdest alma muslukları ve tuvaletler, sağda minareden sonra küçük bir imam lojmanı bulunmaktadır. Avlunun sol tarafında olan hazire, mihrap önünde de devam etmiştir. Avluda, Hacı Hüseyin Ağa Camii’nin önünde, Bizans sütun başlığı üzerine konan yassı bir taş, musalla taşı görevi yapmaktadır.
Uykusuzlar. İmrahor (ilyas bey) camii
Aya ioannes prodomos kilisesi İmrahor İlyas Bey Camii, Ayakta kalabilmiş İstanbul'da Doğu Roma döneminde yapılmış en eski mabetlerden biridir. Yedikule bölgesinde 454 Yılında kurulmuş Studios Manastırının bir parçasıdır. II.Beyazıt döneminde İmrahor İlyas Bey tarafından 1486 yılında Camii ve Zaviyeye çevrilmiştir. Osmanlı döneminde önemli ve büyük Camilerden biridir. 1782 de büyük bir yangın, 1894 yılındaki büyük depremde ciddi hasar almış, 1908 yılında çatısı görmüştür. O tarihten sonra restore edilmemiş maalesef kendi kaderine terk edilmiş çok önemli bir tarihi yapıdır.
Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi
I. Konstantin ve annesi Helena'ya adanan kilise 1805'te yapıldı, çan kulesi 1903'te eklendi. Karaman Kilisesi olarak da biliniyor.
Aya Nikola rum Orthodoks Kilisesi
Diğer Adıyla Hristos Analipsis Kilisesi; Hristos Analipsis Kilisesi; İstanbul Suriçi Samatya Akıncı Sokak’ta yeniden 1832 tarihinde yeniden inşa edilmiş ve Analipsis ismi verilmiştir. Kilisenin Bizans döneminde de burada bulunduğu bilinmektedir. Stephan Gerlach 1578 yazdığı seyahat anılarında burada bir kiliseyi ziyaret ettiğini anlatmaktadır. Trifon Karabeynikov ise buradaki kilisenin adının Panagia Psomatia Mahaletha isminde olduğunu anlatır. 1782 tarihinde bu kilise yanmış ve yerine 1832 tarihinde yeni yapı yapılmıştır. Kilisenin kapısındaki kitabede bu binanın mimarının Konstantin olduğu bildirilir. Kilise Büyük bir avlu içerisinde Kuzey ve Güney ekseninde bulunmaktadır. Kilise avlusunun doğusunda Analipsis Ayazması bulunur. Çan kulesi kilisenin Kuzey doğusunda yer alır. Yapı üç nefli bir bazilikadır. Yapı kırma taş denilen moloz taşla inşa edilmiştir. Dış cepheler sıvanmıştır. Doğu cephesindeki apsis köşegendir. Kilisenin dış cephelerinde devşirme malzeme kullanılmıştır. Cephede yalın bir tezyinat bulunur. Orta nef yan neflerin iki katıdır. Orta nefi yan neflerden ayıran altı sütun bulunmaktadır. Bu sütunlar yüksek taş kaidelere oturur. Sütunlar ahşaptır. Sütun başlıkları ise ion biçimindedir. Bu yapı ile ilgili bilgiler Prof. Eva Şarlak’ın Yüz İstanbul Kilisesi kitabından alınmıştır. https://www.turanakinci.com/portfolio-view/samatya-analipsis-rum-kilisesi/
Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi
4. ya da 5. yüzyılda inşa edilen Aziz Polikarpos'un Erken Hristiyan Martirionu üzerine 1833'te mimar Konstantis Yolasığmazis tarafından inşa edilmiştir.
Aya Yorgi Kiparissas Rum Ortodoks Kilisesi
Ayios Yeoryios Kiparissas Kilisesi; İstanbul Suriçi Samatya Orgeneral Abdurahman Nafiz Gürman Caddesi ile Büyük Kuleli Caddesi’nin kesiştiği yapı adasında inşa edilmiştir. Yapı Bizans zamanında selvilik içinde olduğundan Ayios Yeoryios Selvili anlamına gelen Ayios Yeoryios “Kiparissas” ismini almıştır. Hıristiyanların en eski kiliselerinden biri olan yapının ismine, Trifon Karabeynikov ve Paterakis’ e ait kilise kataloglarında rastlanmaktadır. Kilise, meyilli bir arazinin kuzey tarafındaki yoldan iki metre aşağıda, yüksek duvarlı bir avlunun içindedir. Bizans döneminde varlığı bilinen bu kiliseden, 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus “içinde çok kıymetli ikonaların bulunduğu kubbeli bir Bizans bazilikası” olarak bahseder. 1782 yangınında harap olan kilise, Patrik I. Konstantin zamanında Mimar Nikolaos Nitkitadis’in hazırladığı proje kapsamında 1834’de yeniden inşa edilmiştir. Yapı 1966 yılında Vasilios Athanasiades’un maddi yardımlarıyla büyük bir onarım görmüştür. Ayios Yeoryios Kiparissas Kilisesi, kaba taş ve tuğladan yapılmıştır. Köşeler düzgün kesme taşla inşa edilmiş, pencere çerçeveleri dışarıdan tuğlayla örülmüştür. Kuzey ve güneyden girilen avlusunun, güneydoğusunda yerleşim birimleri bulunmaktadır. Kilisenin dışındaki güneydoğu ucunda eski “Metamorfosis Ayazması” yer alır. https://www.turanakinci.com/portfolio-view/samatya-ayios-yeoryios-rum-kilisesi/
Kapıağası Yakup Ağa Hamamı
Ağa Hamamı olarak ta biline yapı 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından yaptırılmış.
Surp Kevork Ermeni Kilisesi. Sulu Manastır
Yapı 1866-1887 arası 11. yüzyıldan kalma eski bir Bizans kilisesi ve manastırının üzerinde inşa edilmiştir. Eski yapı Azize Meryem Peribleptos (Yunanca: Grekçe: Μονὴ τῆς Θεοτòκου τῆς Περιβλὲπτου, Monì tis Theotókou tis Perivléptou) Konstantinopolis'in en önemli Yunan Ortodoks Kiliselerinden biriydi.[1] 1453'te Osmanlılar'ın kenti almasından sonra yapı İstanbul'un Ermeni nüfusuna verilmiş, hatta bir süreliğine İstanbul Ermeni Patrikhanesi de olmuştur.[2][3] Hemen yanında Ermeni Sahakyan Nunyan Okulu adında anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise görevi gören özel okul mevcuttur. Klisenin Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, Mektebi ve Mezarlığı Vakfı ise 1832 yılında Osmanlı Padişahı 2. Murad Han fermanıyla kurulmuştur.[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/Surp_Kevork_Kilisesi
Sancaktar Hayrettin camii
İstanbul'un yedinci tepesinde, Marmara Denizi'ne bakan bir yamaçta bulunan bu yapının, kökeniyle ilgili bilgiler oldukça yetersizdir ve kesinliği tartışmalıdır. Bunlar içinde en yaygın olan anlatıya göre, I. Konstantin'in annesi Helena, 325 yılında yanında Gerçek Haç ve İsa'nın çarmıha gerildiği Galgota'dan toplanmış hoş kokulu bitkilerin içinde olduğu vazolarla Samatya Liman'ndan şehre giriş yapmıştır. Helene, Samatya'da bu yapıya uğrayarak elindeki vazoları buraya bırakır ve burada bir manastır kurar.[1] Ama tarihî kayıtlarda Konstantinopolis'te 4. yüzyılın son çeyreğinden önce manastır tarzı dinî yapılara rastlanmaz. Bu nedenle bu sav, büyük olasılıkla bir şehir efsanesinden ibarettir.[1] Caminin kuzeyden görünümü Gastrion Manastırı'ndan tarihî kayıtlarda ilk kez, 9. yüzyılın başlarında söz edilmektedir.[2] İmparator Theofilos'un karısı Theodora'nın annesi, Theoktisti bu dönemde Samatya'dan (Yunanca: Ψαμάθεια, Psamatya) bir ev almış ve burada bir manastır kurmuştur. Theoktisti öldükten sonra bu binaların kurucusu ve sahibi unvanı kızı Theodora'ya geçmiştir. Theodora tahttan indirildikten sonra kardeşi Bardas tarafından çocukları Anna, Anastasya ve Pulcherya ile birlikte bu manastıra getirilmiştir. VII. Konstantin'in De Ceremoniis isimli kitabında yazdığına göre burası aynı zamanda Theodora'nın aile mezarlığı gibi kullanılmaktaydı. Kendisi, kardeşi Petronas, annesi ve üç kızı burada gömülmüştür.[3] Şehir Türkler tarafından ele geçirilmeden önce yapının yazılı kaynaklarda adının son geçişi, bir Rus gezginin notlarındadır. 15. yüzyılın ikinci çeyreğinde şehri ziyarete gelen bu Rus gezgin ayrıca İstanbul surlarının yakınında çeşitli azizlere ait kutsal emanetlere ev sahipliği yapan bir manastırdan söz eder.[4] Bu manastır Gastrion Manastırı ile ilişkilendirilmektedir.[4] Şehrin düşüşünden kısa bir süre sonra şehirdeki metruk yapıları şeneltme politikası uyarınca, II. Mehmed'in sancaktarı Hayrettin Efendi yapıyı bir mescide çevirmiş ve öldükten sonra naaşı buraya defnedilmiştir.[2][5] Bu yapının ikamesi için kurulan vakıf günümüze ulaşmamıştır.[2] 1894 yılında İstanbul'da meydana gelen büyük depremde yapının bir bölümü çökmüş; kapsamlı bir onarımı ancak 1973 ve 1976 yılları arasında görmüştür.[2] 1877 yılına ait bir kitapta yer alan bilgilere göre, caminin kubbesi yoktur ve çatı kırmızı kiremit kaplıdır. Yapının doğu duvarında derin bir çatlak söz konusudur. 1894 yılındaki depremde binanın bir kısmının yıkılması büyük olasılıkla bu çatlak nedeniyledir. 1894 depreminde büyük zarar gören caminin çevresi daha sonraki yıllarda gecekondularla dolmuştur.[5]
İbrahimpaşa (İsa esekapı) medresesi
İsa ese kapı medresesi İlk Altınkapı buradaymış. Mese caddesi buradan geçiyor. Aslında İsakapı olan adının halk dilinde Esekapı’ya dönüştürüldüğü kabul edilir. Eskiden burada Bizans döneminden kalma büyük bir kemer bulunduğundan, İsakapı ya da Esekapı adını bu kemerden almıştır. Kemerin 1509 depreminde yıkıldığı bilinmektedir. Hadım ibrahim Paşa tarafından 1560 yılına doğru mescide çevrilen yapı 14. Yy’ın ilk yarısında yapılmış olması gereken ve adı bilinmeyen küçük bir Bizans kilisesidir. Mimar Sinan, kilise harabesini mescide dönüştürürken, etrafına bir de medrese inşa ederek burada küçük bir külliye meydana getirmiştir. Esekapı Mescidi 1894 zelzelesinde çok büyük ölçüde zarar görmüş ve o tarihten günümüze kadar da bir harabe halinde kalmıştır. Son yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Adli Tıp Bölümü bu tarihi eseri duvarları içine almıştır. 1993 Eylül’ünde de içinde bir temizlik yapıldığı görülmüştür. İ
Haydar kethuda cami
Haydar Kethüda Camii veya Haydar Ağa Mescidi; İstanbul Suriçi Cerrahpaşa Kocamustafa Paşa Caddesi üzerinde 1560 tarihlerinde inşa edilmiştir. Caminin karşısında Davutpaşa Lisesi ve güneyinde de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bulunmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yeniçeri kethüda Beyi olan Haydar Kethüda tarafından yaptırılmıştır. Yeniçeri kethüdası görev olarak ordunun savaşlarda konaklayacağı yerleri belirleyen bir strateji uzmanı idi. Camii çeşitli dönemlerde tamir edilmiştir. Tamirin kıyafet etmediği 1982 yılında ise yıkılıp yeniden betonarme olarak yeniden inşa edilmiştir. Mescit ana caddeden bir taş duvar ile ayrılmıştır. Mescit avlusunun sağında abdest alma yerleri bulunmaktadır. Mescidin harimi 210 metrekare olup cami içi sahn 170 metrekaredir. Mescidin çatısı ahşap olup kiremitle kaplıdır. Dikdörtgen bir planı olan mescit döşemeleri betonarmedir. Son cemaat yerinden girilen mescitte ilk önce üst mahfile çıkılan bir merdiven bulunur. Sahnın üç cephesinde ikişer uzun pencere bulunur. Bu pencereler mescidin aydınlanmasını sağlar. İç kısımda pencere altlarına kadar duvarlar seramik ile kaplanmıştır. Bu kullanılan seramik tarihi yapıya hiç uymamıştır. Caminin mihrabı mermer olup, minber ve vaaz kürsüsü ahşaptandır. Sahnın iç tavanı betonarme olup düz boyanmıştır. Üst mahfil iki adet betonarme kolon tarafından taşınmaktadır. Caminin güneybatısında kalan minare yapıya bitişik inşa edilmiştir. Minare küfeki taşından imal edilmiştir. Minarenin korkulukları demirden külahı kurşun kaplamalıdır. https://www.turanakinci.com/portfolio-view/cerrahpasa-haydar-kethuda-camii/
Arcadius sütunu
Arkadyos Sütunu ya da Avrat Taşı (Yunanca: Στήλη του Αρκαδίου Stíli tou Arkadíou), Roma İmparatorluğu'nda 5. yüzyılda İmparator Arkadyos'un devrinde çıkan Gotisyanını Hun Hakanı tarafından bastırılıp, isyancı Gainesi yenip kellesinin İstanbula gönderilmesi üzerine imparator tarafından İstanbulda dikilmiş zafer sutünüdür. Sütun, günümüzün Cerrahpaşa ve Haseki semtleri civarında, Haseki Hürrem Camisi'nin yanındaki alanda bulunan Arkadyos Forumu'nun ortasına dikilmişti. Uzunluğu çeşitli kaynaklarda 47 metre, 50,4 metre, 46,09 metre olarak belirtilmiştir. Bu ölçü hem Kontantianpolis'teki hem de Roma'daki benzer sütunlardan yüksektir. Günümüze sadece sütun tabanı, kaidesi ve gövdesinin en alttaki bandının bir kısmını içeren 11metrelik bölümü kalmıştır. Arkadyos sütunu, tarihçi Teofanis'e göre 403/404 yıllarında inşa edilmiştir. Sütunun tamamlanmasının ise II. Theodosios devrinde gerçekleştiği, sütunun üzerine Arkadios'un heykelinin konulması ile 421 yılının Temmuz ayında bir tören düzenlendiği belirtilir. Üzerindeki heykelin 542 ve 550 yıllarındaki depremlerde zarar gördüğü; 26 Ekim 740'ta meydana gelen depremde ise devrilip bir daha yerine konamadığı düşünülür. Osmanlı döneminde kadın esirlerin satıldığı Avrat Pazarı'nın ortasında kalan ve Avrat Taşı adıyla da anılan sütun, 1711 yılında onarılamayacak oranda hasarlı olması ve devrilme tehlikesi nedeniyle kaidesi dışında yıktırılmıştır.
Bulgur palas
Osmanlı İmparatorluğu'nda asker ve milletvekili olan Mehmet Habip Bey tarafından, İtalyan mimar Giulio Mongeri'ye tasarlatıldı. Ancak Habip Bey'in yaşadığı ekonomik zorluklar nedeniyle inşaatı tam olarak bitirilemedi ve bina, Habip Bey'in 1926 yılındaki ani ölümünden sonra, ailenin borçlarına karşılık olarak Osmanlı Bankası'na devredildi. Banka tarafından bir süre lojman ve arşiv olarak kullanılan bina, daha sonra terk edildi.[1] Osmanlı Bankası'nın mülkiyetinde kalmaya devam eden bina, anılan bankanın 2001 yılında Garanti Bankası'na katılması sonrasında, Garanti Bankası'nın mülkiyetine geçti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Bulgur Palas'ı 2021 yılında satın aldı ve binanın restore edilerek belge merkezi, arşiv, kütüphane, sergi salonu ve kafe olarak hizmete sunulması için çalışmalara başladı. https://tr.wikipedia.org/wiki/Bulgur_Palas
Cerrah Mehmet Paşa cami
Aksaray Mahallesi, Cerrahpaşa Camii Sokak numara 1'de bulunmaktadır. İç mekân alanı 624 m2, avlu ve bahçe alam ile tamamı 3360 m2'dir. Tek minareli ve klâsik Osmanlı mimari tarzında yapılmış olan caminin banisi ve Vâkıfı Cerrah Mehmed Paşa, Yeniçeri ağalığından Sadrazamlığa kadar yükselmiş ve III. Mehmed şehzadeliği esnasında sünnetini yapmış olmasından dolayı da III. Mehmed padişah olunca O'nun veziri olmuş bir zattır1. Cerrah Mehmed Paşa Sultân Il.Selim'in kızı ve Piyâle Paşa'nın hanımı olan Gevher Hân Sultân ile Piyâle Paşa'nm vefatından sonra evlendirilmiştir. Gevher Hân Sultân'ın da Cerrahpaşa'dan ayrı vakfı ve eserleri vardır. Cerrahpaşa Camii, İstanbul'un yedi tepesinden birinin üzerine kurulmuş bir külliyedir. Zamanla bazı binaları yok olduğundan günümüze yalnız cami ve müştemilatı kalmıştır. Caminin Mimarı Mimar Sinan'dan sonra mimarbaşı olan, Sinan'ın halifesi Davud Ağa'dır. Cami Kapısı üzerindeki kitabede de belirtildiği üzere H.1002/M.1593'de inşâ edilmiştir2. Cami, türbe, hazîre, şadırvan, sebil, çeşme, çifte hamam, kütüphaneden ibarettir. Medresenin bitişiğinde bulunan ahşap kütüphane Şerif Halil Efendi tarafından H.1157/M.1744 tarihinde yaptırılmış olup, halen şahıs mülkiyetinde ev olarak kullanılmaktadır. Hamam ve sebil şu anda mevcut değildir. Camiye daha sonra bir muvakkithâne ilave edilmiştir. Kare plâna sahip camideki altı adet fil ayağı üzerine oturan bir büyük kubbeyi güneyde ve kuzeyde iki yarım kubbe destekler. Mihrap mahalli dört köşeye yakın plânlı olup dışa çıkıntılıdır3. Ana kubbeyi saran altta dört yarım kubbedeki pencereler caminin içine ışık akışını sağlar. Cami iç mekânına, yanlarda birer ve esas cephede ve ortada taçkapıdan geçit sağlayan üç giriş vardır. Giriş cephesi kapısı üzeri istalaktitlidir ve tamamen mermerdendir. Sağ ve solda kum saatlerine giren iki ince somaki sütun mevcuttur. Bunların yanında mermer birer niş oyuğu bulunur. Caminin içinde yarılarda ve giriş cephesi paralelinde uzanan üst mahfili vardır. Cami dahilinde bir ahşap vaiz kürsüsü, oymalı mermer minberi ve gayet nakışlı taç mihrabı (mermer üzerine alçı sıvanmış) vardır. Mihrap üzerinde "kelimei tevhid" yazılıdır. Caminin kubbesi üzeri kurşun kaplı, içi tamamen kalem işi tezyinatlıdır. Tezyinat mahfil pencerelerinin üst kısmına kadar inmektedir. Tezyinat yakın tarihte yapılmıştır. Caminin vakfiyesi H.1003/M.1594 tarihlidir. Cami H.1070/M.1659 tarihinde tamamen yanmış H.1179/M.1765'de zelzeleden harap olmuş H.1196/M. 1781'deki yangında ise tekrar yanmıştır. H.1236/M.1820 tarihinde minaresine yıldırım isabet etmiştir. Bu tarihte caminin minaresi yeniden yapılmış ve külahı taştan inşâ edilmiştir. Halen külahı taştır. Caminin minare ve kubbe alemi orijinaldir. H.1310/M.1892,1958'1960 ve nihayet 1979'da cami tamir edilmiş ve son tamirde, daha evvel yıkık vaziyette olan son cemâat mahalli kubbeleri ve kemerleri tamamen yeniden yapılmıştır4. Cami son cemâat yerinde iki mihrap, sekiz porfir ve granit sütun ile bunların en üstünde altı küçük kubbe yer almaktadır. Caminin mihrabında yeşil renkte gayet kıymetli ve orijinal bir İznik çinisi vardır. Mihrap cephesinde altta bir sıra benekli mavi/beyaz renkte yine İznik işi bordur çinisi mevcuttur. Caminin yine bu cephesinde üstteki yuvarlak pencereler vitray olup orijinaldir. Alt kısımlardaki vitraylar yenidir. Bunlar 1979'da değiştirilmiştir. Camiye, en dışta biri muhdes üçü orijinal dört adet kapıdan girilir. Caminin sağ ve solunda önemli kişilerin mezarları bulunmaktadır. Cami avlusundaki sekiz köşeli, tek kubbeye sahip türbede Cerrah Mehmed Paşa, yanında oğlu ve İbrahim Ethem Paşa yatmaktadır. Türbe bakımsız ve haraptır. Caminin harap durumdaki şadırvanı da 1979 yılında yeniden inşâ edilmiştir. Muvakkithâne ise 1989'da başlatılan restorasyonla daha bakımlı hale getirilmektedir. Caminin günümüzdeki çeşmesi ve kitabesi, şair ve nakkaş Sâi Çelebi'nin eseridir. Halen susuz, fakat mamur bulunan çeşme 1978'de tamir edilmiştir. Caminin! hemen güneyinde bulunan çukur kısımdaki ahşap evlerin yerine apartmanlar yapılması sırasında hafriyatlar sebebi ile cami ihata duvarlarında beliren kayma tehlikesi, demir beton perdeleme sistemiyle durdurulmuştur. Böylece eserin kayma tehlikesi önlenmiştir. Giriş cephesinin sağ ve sol tarafından uçlarda birer odadan ibaret itikâf hücreleri vardır.Bunlara cami içindeki mahfil katından geçilmektedir. Caminin batı duvarındaki güneş saati yerden takriben sekiz metre yukarıdadır. Cami şadırvanının yanında, halen faal bir kuyusu mevcuttur. Caminin doğusunda ve bahçesinin güneyinde içi toprakla dolu bulunan bir su (yangın havuzu) deposu vardır. 2006 yılında restorasyona alınan cami, 2007' nin sonuna doğru tamamlanmıştır. http://www.fatih.gov.tr/cerrah-mehmet-pasa-camii
You can add a comment or review this trail
Comments